20 Haziran 2015 Cumartesi

Güzel Hindistan-2


Otele varıp girişimi yaptırdıktan sonra odama çıkıp sırt çantamı açtım ve içinden bir şort, bir şişe kanyak, iki tişört ve iki ay Hindistan çıktı. Kanyağımı yudumlarken yarın ne yapacağımı düşündüm kabaca ama haritada Hindistan'in neresinde bulunduğumdan öte pek bir şey bilmiyordum. Biraz bakıp okuyup planlasa mıydım acaba diye hafif bir pişmanlık hissettim. İkinci kadehimi yudumlarken yorgunluk ağır basmaya başladı. Düşüncelerim incelip uzaklaşırken "Güzel şeyler olacaksa zaten olacaktır." diye geçirdim içimden. Zzz...

Uzun zamandan sonra ilk defa on saat uyudum. Balkona çıkıp etrafa bakındım. Göz görebildiğine uzanan palmiye ve muz ağaçları ve otelin mutfak bölümünden neşeyle yükselen hint halk müziği. Günaydın Hindistan!

Üç şeyi yapmayı çok arzu ediyordum bu seyahatte: Yerel halktan birileriyle tanışıp evlerine misafir olmak, dini bir festivale katılmak ve Gujarat eyaletindeki doğal yaşam parkına gidip asya aslanlarını görmek. Bunun haricinde başka beklentilerim de vardı elbette ama şimdi bunları bir kenara koyup bugünü değerlendirmek istiyordum.

Disari çıkıp bulunduğum sahil şeridinde bir tur attım. Turistik bir yer olduğu esnafın yapışkanlığından ve fiyatlardan gayet belliydi. Terlik 30 lira, kola 5 lira, kahve 4 lira, vs. Ve daha da dikkatimi çeken şey etrafın derli topluluğu ve temiz oluşuydu. Benim en azından belgesellerden izlediğim kadarıyla çok kirli bir yer olmalıydı Hindistan. Pisliği takip et dedim Egemen, pislik seni asıl hintlilerin yaşadığı yere götürür!

Pisliği takip ettikçe, pislikle fiyatların ters orantılı olduğunu gördüm. Kahve önce 1 liraya indi, daha sonra 60 kuruş ve en sonunda dibe vurdu: 25 kuruş! Ve kalan iki ay boyunca bunun altına indiğini de görmedim. Sahilde 10 lira olan sebzeli soslu pilavı 1,5 liraya yeyip, hala kullandığım kaliteli terliklere de 9 lira ödedikten sonra geri dönmek için camsız rengarenk halk otobüsüne binip geri döndüm ve ilk günlerim bunun tekrarı gibi devam etti. Kari (hint yemek sosu) ve hindistan cevizi soslu, bol acılı vejeteryan hint yemekleri yeyip, sütte pişmiş çay ve kahveler içtim. Etrafa ve doğaya geziler yapıp fotoğraflar çektim ve turist ve turistik yerlerden uzak durmaya gayret ettim. Buradaki gündelik yaşama alışıp basitçe günlerimi geçirmeye çalıştım ve böyle olmasından mutluydum.

Altı gün sonra Julie vardı yanıma. Bir önceki yaz Kuşadası'nda tanışmıştık ve o da Kerala da olduğu için iki haftalığına beraber seyahat etmeyi planladık. Julie daha önce 41-42 ülke  gezmişti ve yanında seyahat kitapları vardı. Üç dört gün boyunca o tapınak senin, bu cami benim, şu kilise onun diye dolaştık durduk. Bir sürü yer görmemize rağmen sevmedim ben böyle gezmeyi. İzole olup insanlarla pek tanışamıyorduk ve tanıştığımızda da hafif bir şaşkınlık ve nazik bir dışlanmışlıkla karşılaşıyorduk. Karşılaştığımız bu tavır, hint geleneklerinde evlilik dışı arkadaslıklara yer olmamasından ileri geliyordu. Bir çözüm üretmem gerekiyordu ve ben de şansımı denemekten geri duran birisi değildim. Kahvaltı için ucuz bir lokantada 'masala doza'mizi (patatesli akıtma) yeyip sütte pişmiş kahvemizi içtikten sonra Julie ve etraftaki onlarca hintlinin meraklı bakışları arasında dizlerimin üstüne eğildim ve "Hans ve Mette kızı Julie Johannsen, karım olur musun?" diye sordum. Julie şaşırdı ve kahkahayı patlattı fakat ben sorumu tekrarladım ve sonunda evet dedi.

Dört gündür arkadaş olarak binip ayrı ayrı oturduğumuz halk otobüslerine (Hindistan'da toplu taşıma araçlarında kadınlar öne, erkekler arkaya oturtulur) bu kez karı koca olarak bindik ve böylece ilk defa yan yana oturduk. Dokuz saatlik yolculuğun ardından akşam saatlerine doğru  Kannur kasabası yakınında bulunan doğal yaşam parkını ziyaret etmek üzere bir ilçeye vardık. Geceligi 16 liraya bir otel bulup yerleştikten sonra otelin alt kısmındaki bara (Hindistan'daki barlar sadece erkeklerin gittiği pavyon-müzikhol benzeri olur) girip kendime ve Julie'ya bir bira aldım ve barın dış kısmına oturduk. İkinci biraları söylediğimde etrafımızda on-on iki civarı hintli toplanmıştı ve telefonlarından hint müzikleri çalıp biraz garip davranıyorlardi. Julie tek karşı cins olmaktan ötürü rahatsız oldu bu ortamdan. Ben gayet rahattım desem o da yalan olurdu ama sonuçta iki seçenek vardı önümde: ya Julie'yle birlikte orayı terk edip odaya çıkacaktım ya da bu insanların sadece bizimle sosyallesmek istediklerini, İngillizce bilmedikleri için isteği bu şekilde dışa vurduklarını kanıtlayacaktım. (bundan ben de emin değildim tabi) . Hemen ayağa kalkip katiliverdim dans eden hintlilere. Dakikalar ilerlerken etrafımızdaki insan sayısı da artti. On beş dakika kadar sonra da bar sahibi dahil herkes dışarıda dans ediyordu. Yarım saatlik eğlenceli bir partinin ardından kapanışı çiftetelliyle yaptık.

Odamıza doğru çekilirken, belli ki balkondan bizi ve bu turistik olmayan yerde hintlilerle olan ilişkimizi seyretmiş olan otuz ila kırk yaslarındaki üç adamla tanıştık. Onların da ertesi gün Kannur taraflarına gideceklerini ve bizi de götürmek istediklerini anladık ama onlar sabah yedide gideceklerdi, bizse öğleden sonra ikiye kadar doğal yaşam parkındaki turda olacaktık. Adamlar çat pat İngilizce konuştuğu için neyi karara bağlayıp bağlamadığımızı doğrusu pek anlamadım. Herhalde hiçbir şeyi bağlamamıştık. Odaya geçtik, ışığı kapattık, Julie bana sarıldı ve "Harika birgün için teşekkür ederim, kocacığım." dedi. Zzz

Ertesi gün geyikleri, maymunları, rengarenk tavuskuslarini ve filleri gördüğümüz güzel bir doğa turunun ardından bitiş noktasına vardigimizda akşamki üç dostumuzu bizi beklerken gördüğümüzde biraz şaşırdık. Belli ki turun nerede bittiğini öğrenmiş ve yedi saat bizi beklemislerdi. Arabaya bindik ve bizi kendilerine gönüllü rehber olarak adamış bu üç arkadaşla dört saatlik keyifli bir yolculuğun ardından köylerine vardık. Sythou 'benim misafirimsiniz, hiç bir yere bırakmam' dediğinde bizim de aksi için itiraz edecek bir halimiz yoktu zaten. Sythou ve ailesiyle geçirdiğimiz üç günü detaylı olarak tasvir etmeyi çok arzu ederdim ancak bazı arkadaşların sıkıcı bulacagindan çekindiğim için kısaca anlatma durumundayım.

Bu küçük köye varisimiz Holywood yıldızlarını kıskandıracak türdendi. Neredeyse köyün yarısı toplanmış ve turistin uğramadığı köylerine gelmiş bu iki yabancıya şaşkınlıkla bakıyorlardı. Çocuklar bizi yarıya kadar açık agizlariyla izliyor, kadınlar ağızlarını elleriyle kapatarak burada ne yaptığımızı tartışıyorlardı, sanki ağızlarını kapatasalar yerel dillerinde ne konuştuklarını anlayacakmisiz gibi. Hep beraber yemekler yeyip çaylar içtik. Müzikler çaldı, oyunlar oynadik. Üç gün boyunca bu küçük köyde bir hintli gibi yaşadık. Sabahları altıda uyanıp beraber kahvaltı edip pirinç tarlalarını ve kaju bahçelerini ziyaret ettik. Komşulara ugrayip kahve içip yerel tatlilarinin tadına baktık ve akşamları saat dokuzda uyumaya gittik. Sythou ve eşi kendi yatakodalarina koydular bizi. Misafirperverlik ve sevgi bunu gerektirirdi. Evin yerleri ve kalan heryeri tertemizdi ancak tavan örümcek ve örümcek aglariyla kaplıydı. Bu durum Julie' yi rahatsız ederken beniyse aksine mutlu etti. Tavan bu hayvanların yaşam yeriydi ve bu aile de saygı gösteriyordu onlara. Neyini sevmezdi ki insan bu ailenin? Orumceklere tavanlarini vermişlerdi, bize de kendi yatak odalarini...

Sythou'nun abisi bizi otogara kadar geçirdi. Demir iskeletten ibaret cami penceresi olmayan otobusume binip başımı disari çıkardım ve  Goethe'yi düşündüm. "İnsan kendini yalnızca insanda tanır" diyordu büyük üstad. Bu insanlar kadar iyi olup olmadığımı sordum kendime. Neden kendi evimin tavanındaki orumcekleri öldürdüğümü sorguladim sonra da...

Hayallerime doğru çıktığım yolda devam ediyordum yolculuğuma. Neler yaşayacağımi, başıma iyi yahut kötü neler geleceğini bilmiyordum ama mutlu ve huzurlu hissediyordum ve önemli olan da bu değil miydi? Aldığım her adımda belki evimden bir adım daha uzaklaşırken,kendime bir adım daha yaklasiyordum. Büyüyüp olgunlasiyordum sanki ve böyle olması iyi hissettiriyordu..

Julie'yle uydurdugumuz masum karı-koca yalanimiz, harika bir deneyim yasamamiza yol açmıştı ve parayla değer bicilemezdi bunlara... Yüzüme çarpan sıcak rüzgar burnuma yanık çöp kokularını getirdi ilkin. Az sonra hayvan gübresi, baharat kokuları, denizden esen meltem ve muz aromaları birbirine karıştı. Ve ben hepsini içime çektim. Buram buram Hindistan kokuyordu rüzgar ve ben bu rüzgarı çok sevmiştim...

Yazımın ikinci bölümünü ilk yazımda olduğu gibi yine seçme fotoğraflarla sonlandiriyorum. Umarım ilkini begenmissinizdir ve bunu da beğenirsiniz.

Dipnot: Gezilerimle ilgili yazılarımı yazarken tipik bir seyahat bloğu olmamasına önem veriyorum. Şurada şu tapınak var, bu kiliseye buradan gidilir,o hotel ucuz ve temiz gibi pratik bilgilerden ziyade kendi içsel yolculuğum, tecrübelerim, ruh halim ve kişisel gelişimimi aktarmaya özen gösteriyorum ve bu baglamda benim gözlerimle görmenizi, benim duyularimla hissetmenizi sağlamayı arzu ediyorum . Yazılarımı bunu bilip de okursanız daha iyi keyif alacaginiza inanıyorum. Ayrıca pratik bilgi edinmek isterseniz lütfen bana sormaktan çekinmeyin, seve seve cevaplarım. Teşekkürler.


Sabah beş buçuk. Tavuskusu boynuyla narince yükselen günü selamlıyor.

Maymun dostum ne gördü acaba ben de merak ediyorum.

Sythou ve Daneesh

Sythou'nun seksen sekizlik annesi.

Suthou'nun annesi , eşi ve güzeller güzeli kızı.


Küçük dostumuz, pirinç tarlaları ve hindistan cevizi ormanı.

Köylü arkadaslarimiz.

Bisikletleri hep sevmisimdir.

Otobüs durağı.

Bu kamyonla dünyayı dolaşmak istemez miydin?

Yaygın hint yemeği tali.

Tali.

Misafirlikteyiz.


Şok fiyat. Muz elli kuruş.

Kaju dükkanı.

Merkeplerle inşaat temizliği.

Bu lokantada yemesek de olur.

Hindistan cevizi dükkanı.

Hanımlara duyurulur. Mahallenize overlokcu geldi.

Baba mesleği bisiklet taşımacılığı.




Hint sarma sigarası biidi. Otuzlu pakedi altmış kuruş.

Son olarak da ben ve çok değerli gunluklerim.

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder